Bugun...
SARI SALTUK ALPEREN


Murat ULUTÜRK
muratulutur88k@gmail.com
 
 

Tarihi yapanların genellikle devlet adamları ve kahramanlar olduğu farz edilse de bir çok dönemin belirleyicisi daha ziyade manevi önderlerdir.                                        Bu kişiler maddi sahalardaki gerilme, yıkım ve boşluğu manevi güçlerle takviye ederek toplumun dağılmamasını, derlenip toparlanmasını tekrar güçlü olabilmesinin yollarını açarlar.

Sarı Saltuk 12nci yy’da İslam’ın evrensel yorumunu esas alarak tüm insanları kuşatan, ayrıştırmadan bölmeden, Yaratan’dan ötürü yaratılmışı kucaklayan dünyada her toplum tarafından kabul edilmiş “Salt” yaratılanda Yaratan’a işaret eden büyük bir Veli’dir.                                                                                                    Anadolu topraklarında, Balkanlarda, bir çok ülkede sevgi ve muhabbet tohumlarını insanların gönüllerine ekerek toplum içerisinde kardeşlik oluşturmuştur.                                                                                                                                  Bu özelliği ile her toplumun ve inancın içinde değişik isimlerle adlandırılmış, Destanlaşmış bir kişiliktir.                                                                                                  Sarı Saltuk nice gönülleri Sevgi, İlim ve Hikmet ile fethederek Cehalet, Akıl ve Nefs karanlığına ışık tutmuş olan fütüvvet merdanı bir Alperen dir.                              Bütün insanlığın aynı kökten hayat alan dallar misali olduğunu Tevhid diliyle tüm dünyaya duyurmuştur.

 

 

Sarı Saltuk’u daha iyi anlayabilmemiz için Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş Veli ve Bektaşiliği, Orta Asya’dan Balkanlara Türkmenlerin hareketlerini, Sarı Saltuk Alperen’le olan ilişkileri de bilmemiz lazımdır.

AHMET  YESEVİ’DEN  SARI  SALTUK  BABA’YA                                                       Hoca Ahmet Yesevi tarihi kayıtlara göre 1093 yılında Sayram’da doğmuş. 1166 yılında Yesi’de Hakka yürümüştür. Babası dönemin ünlü şeyhlerinden Hz. Ali soyundan gelen Şeyh İbrahim’dir.                                                                         İslam’ın Türkler tarafından kabulü ile başlayan süreçte bilhassa Semerkant ve Buhara önemli merkezler haline gelmişti. Hoca Ahmet Yesevi’nin yaşadığı dönemde İslami ilimlerde Türkistan bölgesinde önemli bir birikim mevcuttu.

 

 

Yesevi aynı zamanda şairdi ve bu onun etki gücünü artırıyordu. Şiirlerini Türkçe yazıyor, ağdalı bir dil yerine halkın kolayca anlayabileceği daha basit ve anlaşılır bir dil kullanıyordu.                                                                                     

Yesefi felsefesi önce Türkistan’da yayılan, daha sonra Ahmet Yesevi’nin halife ve dervişleri tarafından Avrupa ortalarına kadar geniş bir bölgede etkisini gösteren bir Tasavvufi akımdır.                                                                                               Bilhassa Takva ve Nefs terbiyesini ön plana çıkaran “Tasavvuf” yoludur.                  Her iki yol hakkında derin bir bilgi birikimine sahip olan Ahmet Yesevi bir kısım mutasavvıfın düştüğü ikileme düşmeden iki ana unsurun bir arada yürütülmesi üzerine kurulu bir yapı inşa etmiştir. O geniş halk kitleleri için anlaşılabilir, uygulanabilir bir İslam düzeni ortaya koymuştur.                                                   İslamiyet’in Türkler eliyle Avrupa ortalarına kadar ulaşması ve benimsenmesinde bu anlayışın çok önemli etkisi olmuştur.

Yesevilik, tasavvuf anlayışında temel olarak tevhidi, yani Allah’ın birliğini ve herşeyin ondan geldiğini almaktır.                                                                                   Allah’a yakınlaşmak ve rızasını kazanmak için nefsin terbiyesi ve ruhun yücelmesi için gerekli nefs mücadelesi esastır.                                                          Allah’a derin bağlılık, Hz. Muhammed’e, Kuran’a duyulan eşsiz sevgi, ve Ehlibeyt’e hürmet genel felsefesinin belirleyici köşelerini oluşturmaktadır.

Yesevilik, kişinin iç dünyasındaki münasebetleri düzenlerken, kişilerin birbirleriyle ve toplumla, daha ileri giderek toplumların, toplumlarla münasebetlerini de düzenleyecek Hak ve hakikat temeline dayalı güçlü bir toplumsal proje ortaya koymuştur.                                                                        

Bunun esası herşeyin temelinde Allah’ın eşref-i mahlukat olarak yarattığı İnsan olduğu; İnsanlar ve toplumlar arasındaki münasebetlerin bu temele dayanması gerektiği; dünya malına tamah etmenin, egoizmin, saldırganlığın düzeni bozduğu; Hak ve adalet hususlarına riayet edildiğinde ise insan ve toplumun madden ve manen müreffeh olacağı anlayışıdır.                                                                                                                          Bu temel anlayış Hacı Bektaş Veli’ye, Sarı Saltuk Baba’ya, Gül Baba’ya kadar uzanan süreçte Avrupa ortalarına kadar ulaşan ve kabul gören bir Akımdır.

HACE  BEKTAŞ  VELİ                                                                                                                            Hace Bektaş Veli Nişabur-Horasan doğumludur. 8nci İmam Ali Rıza’nın soyundan gelmektedir. 1209-1271 yılları arasında yaşamış Bektaşilik tarikatının kurucusudur.                                                                                                                  Horasan Türk tarihinde ve tasavvuf hareketlerinde önemli yeri olan bir merkezdir. Anadolu’ya gelerek buranın Türkleşmesi ve İslamlaşmasın da büyük katkılar sağlayacak olan Ahmet Yesevi dervişlerinin en önemli merkezleri Horasan’dı.                                                                                                                           Doğudan kopup gelen Moğol akınlarının önünden kaçarken, diğer yandan Batıdaki Haçlı zülmü ve Bizans baskısı altındaki insanların gönlüne İslam’ı sokmak için gayret eden dervişlere Horasan Erenleri denmekteydi. Hace Bektaş Veli’de bu dervişlerdendi.                                                                         

Hace Bektaş Veli, “Piri Horasani” diye alınan Hoca Ahmet Yesevi’nin halifelerinden Lokman Parende’nin talebesidir.                                                                 Hoca Ahmet Yesevi’nin isteği doğrultusunda Diyar-ı Rum’a (Anadolu’ya) gitmiş, Kayseri, Sivas ve Amasya gibi kentler dışında ömrünün büyük bir bölümünü geçirdiği Sulucakarahöyük (Hacı Bektaş) ve çevresinde insanları irşad etmeye, talebe yetiştirmeye başlamıştır.                                                                                               

Hz. Pir; Anadolu’yu Türkleştiren, İslamlaştıran “Horasan erenleri” denilen Alp Erenlerin “Ser çeşmesi” dir.                                                                                                      İslam’ın özüne bağlı Muhammedi ibadeti, insan sevgisi ve hoşgörüyü ön planda tutan anlayışı bilhassa Hıristiyanlığın eski ve önemli merkezlerinden olan Kapodokya’da onun bu faaliyetleri halklar arasında önemli tesir uyandırmıştır.                                                                                                           

Hace Bektaş Veli aynı zamanda Ahi Evran tarafından kurulan esnaf dayanışma teşkilatı Ahiliğin fikir babasıdır.                                                                                   Mevlana, Baba İlyas, Ahi Evran ve 1298 de vefat eden Sarı Saltuk’la çağdaş olduğu aşikardır.                                                                                                               Gene bu yüzyıllarda Anadolu’da farklı inanç biçiminde yaşayan Kalenderiler. Haydariler gibi farklı derviş gurupları da vardı.                                                               Timur ile birlikte Anadolu’ya gelen Fatih’in Manisa şehzadeliği sırasında Rumeli’ne geçen Hüssam Şah Gani “Odman Baba”, Babaeski’ye geldiğinde; “Ol çerağı yakan Sarı Saltuk ve Server-i cihan benem..” diye Sarı Saltuk’un kendisinde hulul ettiğini söylüyordu.

BEKTAŞİLİK                                                                                                                          Bektaşilik ismini, Hoca Ahmet Yesevi inanç ve düşünce sisteminin Anadolu’daki temsilcisi Hace Bektaş Veli’den almıştır.                                             12-13ncü yüzyıllarda Hacı Bektaş Veli (1209-1271) tarafından atılmakla beraber 16ncı yüzyılda Balım Sultan (1457-1517) tarafından Kurumsal hale getirilmiştir.                                      

Anadolu’nun ve Balkanların Türkleşmesi ve İslamlaşmasında önemli roller ifa eden Bektaşilik 12 İmam esasına bağlıdır.                                                                        Allah, Muhammed ve ona gönderilen Kuran’a ve Ehlibeyt sevgisi, yani Hz. Ali ve Ehlibeyt’i sevenlere yakın olma (Tevella), sevmeyenlere uzak durma (Teberra) çok önemli yer tutar.                  

Bektaşilik, insanı temel unsur kabul edilen bir sevgi yoludur.                                     Gayesi belirli bir terbiye süreciyle insanı çiğlikten (hamlıktan) olgun insan haline getirmektir (İnsan-ı Kamil).                                                                                   Bunu gerçekleştirmek için 4 kapıdan geçmek gereklidir. Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat. Bunların her birinde 10 tane olmak üzere 40 makam vardır.                                                                                                                               İnsan yola girince Zahitlikten, Abitliğe, ondan Arifliğe, en sonunda Aşıklığa, yani Muhipliğe ulaşır.                                                              

İnsana, Akla, Kadına değeri ön planda tutan anlayış sayesinde Anadolu ve Balkanlar’da Türk ve İslam medeniyetinin yayılmasında öncü bir rol oynamıştır.  

Bektaşiliğin halk arasında yayılmasına büyük katkıları olduğu inanılan “Yedi ulu ozan” (Nesimi, Hatayi (Şah İsmail), Fuzuli, Yemeni, Virani, Pir sultan Abdal ve Kul Himmet) bu nedenle büyük itibar edilirler.   

ORTA  ASYA’DAN  BALKANLARA                                                                                                  Türklerin Müslümanlarla ilk karşılaşmaları 7nci yüzyılda olmuş, İslamiyet’e girmeleri ancak 10ncu yüzyılda gerçekleşmiştir.                                                                  

Bu sebebin nedeni Emevi döneminde Arap ırkçılığını ön planda tutan anlayışın doğurduğu iletişimsizlik ve tepkidir.                                                                         Abbasilerin Emevi Hanedanlığını yıkıp İslam devletinin yönetimini almalarıyla ilişkiler yeni bir safhaya girmiştir. Halifeliğin merkezi Bağdat’ta değişen anlayışla birlikte Abbasi ordularında Arap olmayanlara da yer vermeleri savaşçı Türklerin önemli mevkiler elde etmesini sağladı.                                                            

Önce Karluk sonra Çiğli ve Yağma Türkleri kitleler halinde birleşti ve 840 tarihinde Müslüman Türk devleti olan Karahanlıları kurdular sonra Oğuzlar  1038 de Türklere Anadolu’nun kapılarını açacak olan büyük Selçuklu devletini kurdular.                                                                                                                       Müslüman olan Türklerin katkıları sadece askeri saha ile sınırlı kalmadı. Kültürün gelişmesi ve İslam medeniyetinin inşası yolunda büyük gayretler gösterdiler.                                                                                                                    Bağdat önemli bir kültür ve medeniyet merkezi iken, Semerkant, Buhara, Horasan gibi şehirler de burayla yarışan kültür, ilim, bilim medeniyet merkezleri oldular.                                                                                                                            Cengiz Hanın etrafında birleşen Moğollar ülkeleri işgal etmekle yetinmeyip, insanları katletmiş ve korku salarak Türklerin hayat alanı olarak önce Horasan, sonra Anadolu’yu bulacak, zorunlu göç daha sonra Balkanlara ulaşacaktı.

Sarı Saltuk Baba bir yandan Moğol baskısı diğer yandan Selçuklular arasındaki taht kavgaları sonucu Balkanlara ilk kitlesel geçişin sahibi ve öncülerinden olmuştur.                                                                                                                                 Onun geçişi Balkanların Türkleşmesi ve İslamlaşmasını sağlayan bir dönemi başlattığından ayrı bir anlam ve öneme sahiptir.

SARI SALTUK  ALP EREN                                                                                                                Doğum yılı üzerinde çok az bilgi bulunan, Ölüm tarihinin 1298 olduğu konusunda yaygın kabul sağlayan Sarı Saltuk Baba çok hareketli bir zaman diliminde yaşamıştır.                                                                                                                     O yıllar Moğol istilasının bütün dehşeti ile yaşandığı, Anadolu Selçuklu devletinin yıkıldığı, Beylikler döneminin Anadolu’yu iyice istikrarsızlaştığı bir dönemde Bizans’ın kendi iç karışıkları ve Haçlı tahribatı, Anadolu Hıristiyan nüfusun ya Müslümanlığa meyletmesi ya da bölgeyi belli ölçüde boşaltmasına yol açtı. Bu boşluk Asya’dan yarı göçebe gelen Türk toplulukları tarafından dolduruldu.

Ahmet Yesevi dervişlerinin hazırladığı sevgi, hoşgörü ortamı nedeniyle dinler ve mezhepler arası kavgalar asgari düzeye indi.                                                                  Fakat Selçuklu devleti gelen bu gurupları daha batıya göç etmelerine çeşitli nedenlerle mani oluyor, onları belli bir alanda yaşamaya zorluyor yerleşik Türkmenler ve göçebeler arasında haksızlık ve baskıların otlak ve kışlak konusunda anlaşmazlık gittikçe artıyordu.                                                                     

Bunun neticesinde Baba İlyas ayaklanması yaşandı. İsyan bastırıldı ama Selçuklu devleti büyük ölçüde zayıfladı. Nitekim 1243 yılında Kösedağ savaşında Moğollara yenildi.                                                                                     Selçuklu devleti dağılma durumuna geldi. Taht kavgasından yenik düşen 2nci İzzeddin Keykavus Hıristiyan olan dayılarının yardımıyla Bizans’a sığındı. Bizansın başındaki 3ncü Mihail sadece onun yakınları ve komutanları değil, taraftarı olan diğer Türkmenlerinde Bizans’ta yaşamasına müsaade edecektir.

Çünkü Bizans’ın batı ve kuzey batı kısmında henüz İslam dinine girmemiş başka Türk boylarının baskısı altındaydı.                                                                              Alan’lar, Kuman’lar, Peçenek’ler, Gagavuz’lar gibi Türk boyları Bizans’ı bir çeşit vergiye bağlamışlardı.                                                                                                              

Bizans devletinin zayıf düşmesi sınır boylarında sıkıntı yaratıyordu. 2nci İzzettin Keykavus Anadolu’daki taraftarlarına haber göndermesi üzerine, başlarında Sarı Saltuk Alperen’in bulunduğu 12.000 çadırdan müteşekkil Türkmeni Rumeli’ye oradan da kendilerine verilen Deşt-i Kıpçak’a yerleştiler (1261-1262.) Bizans bu hareketi aynı zamanda oradaki Türk boylarını da kontrol altına alınmasını sağladı.                                                                                                     

Tarihçilere göre bunlar Çepni boyuna mensup idiler. Çepniler büyük Oğuz boylarından birisidir. Çepni kelimesi, Atılgan, Savaşçı, Mert, Yiğit anlamına gelmektedir.                                                                                                                          2nci İzzettin Keykavus’un ölümü üzerine Sarı Saltuk Baba önderliğinde Dobruca’ya döndüler. Sarı Saltuk Baba ismini kendisinden aldığı Babadağ şehrini kurarak vefatına kadar onlara önderlik yaptı. Onların hem manevi hem de maddi lideri oldu. Dini, siyasi, askeri tüm alanlarda onlara liderlik yaptı.

Bununla kalmayıp çevre ile münasebetlerinde sözcülüklerini yaparken, Ahmet Yesevi anlayışıyla hareket ederek bölgenin Türkleşmesini ve İslamlaşmasını başlattı. Taşıdığı sevgi ve hoşgörü, insan severlik anlayışıile çevre bölgeler ve topluluklar için çekim merkezi haline geldi.

Sarı Saltuk Baba sultanlar, devletler ve toplumlar arası ilişkilerin oldukça girift hal aldığı, toplumların oradan oraya savrulduğu bir dönemde her sosyal, siyasi ve dini hadiseyi şaşmaz bir terazide tartıp ayarlarcasına, yüzyıllar ötesine taşıyacak örnek bir karaktere büründürme hünerini göstermiş ender bir şahsiyet olmuştur.                                                                                                                Ahmet Yesevi’den, Hacı Bektaş Veli’den almış olduğu ışık Balkanlara gelirken yüklendiği özel misyonun, alçak gönüllü derviş görünüş ve davranışlarının neticesinde ortaya attığı tohumlar sürekli yeşerdi. Günümüze kadar gelen bir tarihin yazılmasına vesile oldu.

Asıl ismi Şerif Hızır veya Muhammed Buhari’dir. Battal Gazi’nin soyundan gelmektedir. Hakkındaki en önemli kaynak Saltukname, Evliya Çelebi Seyahatnamesi ve  diğer yazılı kaynaklardaki veriler ile sözlü anlatımları neticesinde karşımıza mükemmel bir insan çıkmaktadır.                                                     

O günün şartlarında düşünüldüğünde 12 bin kişilik bir kitleyi siyasi ve sosyal çalkantılar arasında hem diyardan, diyara göç ettirmek hem de onların ihtiyaçlarını karşılayarak hareketlerini sürdürmelerini sağlamak hiçte kolay değildir.                                                                                                                                 Konar-göçer aşiretlerin hayatları yaylak ve kışlak arasında şekillenmişken, Bulgar, Romen, Yunan, Alman, Osmanlı arşivlerini inceleyen Türkologların, Sarı Saltuk Baba’nın en az 2 önemli şehrin kuruluşunu gerçekleştirerek, aşiretinin daha sağlam ve dengeli bir yaşantıya geçişi için gayret sarfettiğini belirtmişlerdir.

Sarı Saltuk Baba’nın kurduğu şehirlerden biri Saltukname’de Tuna Baba olarak geçen Babadağ’dır.                                                                                          Sarı Saltuk Baba’nın kurduğu diğer şehir Deşt-i Kıpçak’a yerleştiklerinde kendilerine verilen Soğdak civarındaki Ezantamariye’dir.                                  Bugün Babaeski diye bilinen, Eski ismi Baba Atik, Eski Baba olan şehrin kurucusunun Sarı Saltuk Baba olduğu tüm Türkologlar (Bulgar, Yunan, Mekadon, Sırp, Leh ve Alman) tarafından kabul edilmiştir.

Balkanlarda bilinen ve velayetnamesi olan Sarı Saltuk Baba, Kızıldeli Sultan (Seyit Ali Sultan), Odman Baba, Akyazılı Sultan, Demir Baba gibi inanç önderlerinin isimlerine, zaviyelerine ve zaviye vakıflarının kayıtlarına Osmanlı tahrir defterlerinde rastlanılmaktadır.                                                                                                                      

Bu şehirler kurulurken Türklerin tarih boyunca uyguladıkları önce merkezi bir ibadet ve eğitim yeri inşası, daha sonra oluşacak mahalle ve giderek kalabalıklaşacak toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap verecek şehirleşme modeli uygulanmıştır.                                                                                                                          Bu model de toplumun dini, siyasi, sosyal ve ekonomik tüm ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bir iç mekanizma söz konusudur.

İnsanların ihtiyaçlarını karşılaması için Zenaat erbabı oluşuyor, Esnaflık şekilleniyor, alışveriş işlerinin yapılacağı Pazar yerleri kuruluyordu.                    Alışveriş genelde hayvancılıkla iştigal edenlerin ürünleri ile zanaatkarların ve tarımla uğraşanların ürünlerini değiş, tokuş yapma şeklinde oluyor, yaşanan ülkenin veya komşu ülkelerin para birimleri de devreye giriyordu. Bu aynı zamanda komşu yabancı topluluklarla münasebetleri düzenliyordu.

Yesevi derviş geleneği bu noktada önemli bir rol icra etmeye başlıyor, temsil edilen felsefenin yayılması ve kalplerin İslam’a ısındırılması sağlanıyordu.                                                                                                           Kendileri için bir lokma-bir hırka diye tabir edilen basit hayat tarzını seçen tasavvufi akımlar, böyle yaşamakla beraber bulundukları yerlerde büyük bir ekonomik hareketliğe ön ayak olmaktaydılar.                                                        

Bu sistem iş bölümü ve dayanışma esaslarına dayalı yapısıyla sosyal bir denge sisteminin de oluşmasını sağlıyordu.                                                                                Gücü yetenler emekleriyle geçimini temin ederken, toplumun muhtaç, hasta, sakat kesimleri için de Yardım, Aş evleri devreye giriyordu.                                                Bu yardımların Müslüm, gayrı Müslüm ayrımı yapılmaması, yardım ve aş evlerinin herkese açık olması İslam’ı ve Türk devlet ve toplum sisteminin benimsemesini sağlıyordu.                                                              

Sarı Saltuk Baba aynı zamanda bir dini liderdi. Çevresinde yaşayan toplulukların Hıristiyan olduğundan dolayı bu toplumların dillerine ve Hıristiyanlıkla ilgili konulara da hakimdi.                                                                     Uygulanan iskan politikaları nedeniyle birbirlerini görerek yaşayan toplumlar, sadece üstünlüğü değil üstünlüğün dayandığı temelleri de görüp mukayese imkanı buluyordu.

Hıristiyanlara ait ibadethanelerin açık bırakılması, herkesin üzerine düşen vergiyi vermesi karşılığında sağlanan emniyet ortamı ve uygulanan adalet sistemi kitleleri Müslüman olmaya meyilli hale getiriyordu.                                    

Toplumun  iç, içeliği onların dillerini, dinlerini kültürlerini tanıyarak ilişkileri ona göre düzenleme yanında büyük ölçüde evliliklere de kapı açıyordu.

Onun bu güçlü öngörüsü, siyasi liderliği hem kendi aşireti, hem de çevre toplumlar üzerinde saygı ve sevgiye dayalı manevi bir önderlik tesis etmeye yol açmıştır.                                                                                                                     

Balkanlara ilettiği İslam; Yesevi’den gelen şekliyle “Yaşanabilir” bir İslam’dır.                                                                                                                        Bu İslam toplumların ve kişilerin en kolay şekilde kavrayacağı,  daha çok oturmuş kent hayatında uygulanması gereken Katı şer’i kuralları fazla ön plana çıkarmayan,  Tasavvufun insan sevgisi ve hoşgörü esasını ön planda bulunduran İslami temel kavram ve kurallar konusunda Kuran’a ve Muhammedi ibadet doğrularına istinat eden bir İslam’dır.                                                                           

Bu noktada ise onu , tasavvuf ehli bir lider olarak görüyoruz. O tasavvufi anlamda Hoca Ahmet Yesevi’den gelen Çerağ’ı yani yanan ışığı söndürmeden daha ileri merhalelere götürmekle mükellef olduğu inancındaki bir Alperendir.

Eskiden Mert, Cesur, Gözünü budaktan esirgemeyen kahraman kişilere;                     ALP denirdi.                                                                                                                              EREN ise; kendisini Allah’a adamış tasavvuf yolundaki Veli, Evliya şeklinde kullanılmaktadır.                                                                                                                 Ahmet Yesevi dervişlerinin büyük bölümünün Alperen olduğu kabul edilmektedir.                                                                                                                             Sarı Saltuk Baba tasavvufi kişiliği Alperen’lik anlayışı etrafında şekillenmiştir. Hoca Ahmet Yesevi’nin yanında yetişmesi Yesevi’nin onu 70 yiğitle Hacı Bektaş Veli’ye göndermesi, Hacı Bektaş Veli’nin kendisine tahta kılıç kuşatması, Balkanlara göndermesi gibi anlatımlarla ve gösterdiği kerametlerle pekiştiğini görmekteyiz.                                                                                                                         

Eski Türk geleneklerinde ve Türk fütühat tarihinde önemli bir yeri olan Tahta kılıç, kötülüklerle mücadelenin, iyiliği ve adaleti hakim kılmanın, insanlara emniyet ve güvenin Sembolüdür.                                                                                     

Destanlarda kılıç öncelikle güç, kudret, misyon ve iradeyi temsil eder. Musevi, Hıristiyan ve İslam kutsal metinlerinde kılıç, kelam (Söz) anlamında da kullanılmıştır.                                                                                                                     Yunus Emre’nin “Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı” deyişi bilinmektedir. Ayrıca “Kıldan ince, kılıçtan keskin” deyiminde olduğu gibi, Allah’a giden yolun zorluklar ve meşakkatlerle, risklerle dolu bir denge üzerinde kurulduğu anlatılır. Bilhassa Batı Mitolojisinde altın kılıç ulaşılabilen en yüksek noktayı ifade eder.

Konu tahta kılıç olunca ise, tüm sembolik anlamlara alçak gönüllük, güven duygusu, vazife aşkı, süreklilik, teslimiyet ve idealizm gibi bir çok yeni anlamlar eklenir.                                                                                                                                           O savaş aracı olmaktan ziyade tebliğ, adalet, hak, hukuk sağlama aracı olur. Sarı Saltuk Baba’nın tahta kılıcının hurmadan iken, Anadolu’daki Bektaşi Alp-erenlerinin kılıçları ardıç ağacındandır.                                         

Tasavvufi kişiliği anlamda söylenenler Sarı Saltuk Baba’yı efsanelerle buluşturur. Efsaneler, kişiler ve hadiselere, mekanlara ve kültür hayatımızda önemli bir yerleri vardır.                                                                                                  

Efsaneler kişi ve toplumu iyi insan ve iyi toplum olma yolunda eğiten, sağlam bir sosyal düzen kurmak için yüksek insani değerler olan doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik, iyilikseverlik, alçak gönüllük, cömertlik, cesaretlilik, kahramanlık gibi sıfatları Öven;                                                                                           Kötülük, hilebazlık, düzenbazlık, yalancılık, korkaklık, nankörlük gibi sıfatları Yeren halk edebiyatının önemli ürünlerindendir.

Saltukname, Sarı Saltuk Baba’nın hayatını, savaşlarını, kerametlerini anlatan bir eserdir. Saltukname, Fatih’in oğlu Cem Sultan tarafından Ebul Hayr Rumi’ye yazdırılmıştır.                                                                                                                    

Şehzadeliği döneminde Babaeski’deki Sarı Saltık türbesini ve zaviyesini ziyaret eden Cem Sultan buradaki dervişlerin anlattıklarından etkilenir yakın adamlarından Ebul Hayr Rumi’ye bu hikayeleri derleme talimatı verir.  7yıl gibi bir sürede topladığı derlemelerden faydalanılarak Saltukname yazılır.

1237-1246 yıllarında hüküm süren Selçuklu Sultanı 2nci Gıyasettin Keyhusrev ile birlikte katıldığı savaşlar vardır.                                                                               Katılığı savaşlardan birinde çarpışıp yendiği  Müslüman olunca canını bağışladığı Aliyon isimli rum gencine “İlyas-i Rumi” ismini verince o da Şerif’e “Çok güçlü, kutlu” anlamına gelen “Saltuk” ismini vermiştir.                                           Şerif Hızır Sarı saçlı olduğu içinde o günden sonra “Sarı Saltuk” adıyla ünlenir.  Bu ad verişte kolayca bir Dede Korkut çağrışımı görülmektedir.

Sarı Saltuk Baba Rumeli kısmında da sayısız savaşlar yapmış ismini verdiği Babadağ ve Babaeski’yi fethetmiştir.                                                                            Saltukname 3 ciltten oluşmuştur. 1nci cildinde 14, 2nci cildinde 9, 3ncü cildinde 9 bölüm bulunmaktadır.                                                                                             Sarı Saltuk Baba’nın Asya, Avrupa’yı kapsayan geniş bir alanda faaliyet gösterdiği ve bu geniş coğrafyadaki gayretlerinin hedefi İlahi adaleti, doğruluk, dürüstlüğü bu bölgelere götürmek, insanlar arasında sevgi, saygı ve kardeşliği  yüceltmektir.

Eserin başından sonuna kadar etkin bir “İslam” ve “Türk” vurgusu vardır.                 Gaye ilayı kelimetullahtır. (Allah’ın birliğine, Peygamberin Resulü olduğuna, Kuran’a ve Resulün Ehlbeyt’ine inanmak) .                                                                           

Bunu gerçekleştirenler ise Türklerdir. Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk gibi şahsiyetler bu fikriyatın taşıyıcı temsilcileridir.                                                                 Hoca Ahmet Yesevi’den, Hacı Bektaş Veli’ye, Sarı Saltuk Baba’ya onun devamı niteliğindeki, Odman Baba, Kızıldeli’ye sonra da Budepeşte’ki Gül Baba’ya kadar uzanan silsilede yer alan herkesin hayatı efsanelerle doludur.                                                                                                                              Bu ise maddi hayatla ilgili olmaktan ziyade manevi bir atmosfer, kültürün oluşturulmasıyla alakalıdır.                                                                                                                  

Buraların Türkleşmesi de Anadolu’da olduğu gibi tekke ve zaviyelerin kurulması ile başlamıştır.                                                                                                           Sosyolojik anlamda şehirleşmeyi; şehirde değişik dinlerden ve kökten insanların birlikte huzur ve barış içerisinde, karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü esasları çerçevesinde güvenlik endişesini yok etmeyi ve nihayetinde üstün meziyetli insanlar ve medeni topluluklar haline gelmeyi, içteki uyum kadar dışarısı ile münasebetlerde de sevgi ve barış yolunu hedeflenmiş ve bu gerçekleştirmiştir.

Hakka yürüdükten sonra Yaşadığı coğrafyanın uzak, yakın tüm Komşu kralları tarafından Cenazesinin istenecek olması Yalın gözle bakıldığında her gün bir toplulukla savaşan bir tasavvuf önderinin cenazesinin nerdeyse Tüm komşu krallar tarafından istenmesinin ardında yatan gerçek onun “Tebliğ” ve “İnsan kardeşliği” tezini hayata geçirmedeki başarısından, onun ne kadar Ulu bir Alperen olduğunun göstergesidir.

Saltukname’nin bir yerinde Sarı Saltuk’un Hakka yürüyüşünü, kafirlerle yaptığı bir savaş esnasında aldığı yara sonunda meydana geldiğini görüyoruz.                                                                                                                      Sarı Saltuk’un kendisine yardıma gelenlere son sözleri;                                                    “Ben giderem, beni siz yuyup siz kefenleyin, alıp Çerağım katına (Babaeski’deki tekkeye) iletin. Eğer çevre beyleri gelip sizden benim naaşımı isteyeler, birer tabut düzün tursun (dursun). Kafirlere karşı ağlaman.”

Sarı Saltuk Baba Saltukname’ye göre 99 yıl yaşamıştır. Hakka yürümeden önce dervişlerine “Beni 12 yerden isterler” (Kimi kaynaklar da bu 7 olarak geçer) sözüne uygun olarak önceden hazırlanan tabutları gelen beylere verirler. Tabutunu alan herkes, Sarı Saltuk’un naaşını tabutun içinde görür ve alıp memleketlerine götürürler, böylece Sarı Saltuk’un kerameti gerçekleşmiş olur.                                                                                                          

Saltuknameye göre Sarı Saltuk’un tabutunu alarak ülkesine götüren krallar ve beyler şunlardır; Tatar Hanı, Eflak, Boğdan, Rus, Üngürüs (Macar), Kaligra (Varna/Bulgaristan), Leh (Polanya), Çeh (Çek), Bosin (Bosna), Beravati (Hırvat), Dobruca (Babadağ/ Romanya) ve Edirne (Babaeski’ye) gömülen tabutlarla bu sayı 12 ye ulaşmıştırBu yazı 284 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Bulgaristan pasaportunda hangi adınız yazıyor?


YUKARI